Nasıl Gözlemlenmeli?



"Senin işin, işini keşfetmek,

Sonra da bütün kalbinle

Kendini ona vermek."
        Buda

Kendini gözlemleme pratiği, “kendini bulma”, kendini zamanda ve mekanda, bedende konumlama -ama beden olarak değil- ve sonra da bedeni yönetme uygulamasını içerir; bu, kendini hatırlama olarak bilinir. KENDİNİ GÖZLEMLEME ile KENDİNİ HATIRLAMA, sağ ve sol gibi birbiriyle uyumludur; tek bir şeydir. KENDİNİ GÖZLEMLEME bir uygulamadır ve geleneksel olarak hepsine topluca “Çalışma” denen bir uygulamalar sisteminin parçasıdır. Yani, bu uygulamalar ruhun kendini Dünya okulunda geliştirilmesi için verilmiş hakiki, meşru çalışmalardır. Olgun ruhlar nasıl çalışılacağını bilir ve kendi çalışmalarını yaparlar. Buda buna “Mükemmelleşme Yolu” der. Bu yüzden KENDİNİ GÖZLEMLEME, meşru bir uygulama ve bir iktidar biçimidir yani kurallarına göre uygulanmalıdır. Kötü alışkanlıklar çoğalır ve belaya götürür, oysa dikkatli ve dürüst uygulayıcı güçlükle ve mücadeleyle karşılaştığında içinde daima bir yardım kaynağı bulacaktır. KENDİNİ GÖZLEMLEMENİN dört temel ilkesi şunlardır:


1.YARGILAMAKSIZIN:

Bu, anlaşılması en zor ilkedir. Zihin yargıçtır, sürekli olarak hayatımdaki herkesi, her olayı ve her şeyi yargılar. Bilgiyi dosyalamak-depolamak için yargılar. Hayatımda yer alan bütün insanları, olayları ve şeyleri iki büyük kategoride genelleştirerek yapar bunu: sevme//sevmeme ya da iyi//kötü vb. Daha sonra etiketleyip dosyalayabilmek için hayatımdaki her bir şeyi ilişkilendirerek (karşılaştırma ve kıyaslama) sürekli olarak yargılar. Ancak kendim ile eylem arasında bir ayrım olduğu yanılsaması yaratmak için eylemlerimin her birini yargılar: Kötü sözler sarf ederim, ardından bu sözleri yargılarım ve böyle yaparak, yargılanan eylemden ayrı olduğum yanılsaması yaratırım. Suçlamanın olduğu an, suçlanan şeyden kendini ayrı tutmak da vardır. Bu şekilde, davranışımı görüp hissetmekten ve onun tüm sorumluluğunu üstlenmekten, davranışımı sahiplenmekten korurum kendimi. Yargılama kendime karşı kör kalmamı sağlar. Üstelik, bana söylediklerini ya kabul ederek ya da reddederek, bir yargılama sürecine tümüyle inanırım. Her iki şekilde de ben yargılama süreciyle “tanımlanmışımdır” (= “ben o olmuşumdur”). O yönetir ben de hiç sorgulamadan itaat ederim.

Bu nedenle, hiç yargılamadan gözlemleme, dikkati sürekli olarak BEDENSEL DUYUMSAMADA tutmak anlamına gelir; bedende sabit ve kıpırdamadan kalmak, bedeni rahatlatmak ve sürecin zamanla yok olmasına izin vermektir. ZİHİN-DUYGU KARMAŞASI, içinde bulunulan durumun gerektirmediği herhangi bir hareketi tetiklediğinde, düşüncenin veya duygunun bana dikkati bedensel duyumsama üzerinde tutup dengelememi hatırlatmasına izin veririm -düşünceyi ya da duyguyu durdurmaya çalışmadan (onunla özdeşleşmeden) bedenin içinde kalırım; kendimi bulur, bedeni idare ederim. Ardından onun peşinden gitmediğim ya da dikkati esir etmesine izin vermediğin zaman, düşünce-duygu enerjisine ne olduğuna bakarım. Avcının takip ettiği bir geyiğin uzun çimenler arasında saklanması gibi, ZİHİN-DUYGU KARMAŞASININ kendi alışılagelmiş, köklü amaçları için (kalıpları yenilemek veya sürdürmek için) dikkati ele alıp tüketmek istediği bir durumun ortasında, dikkati tamamen dingin, sakin ve durağan bırakırım.

Sürekliliğin kuralı şudur: Beslenmeyen şey zayıflar; beslenen şey gittikçe daha güçlenir. ZİHİN-DUYGU-KARMAŞASIYLA beslenir ve gittikçe güçlenir, daha sağlamlaşır, daha uzun sürelerle sabit durumda kalmayı, dikkat dağıtıcı şeylerden uzak durmayı, özgür kalmayı ve en şiddetli zihinsel-duygusal fırtınalardan sağlam çıkmayı becerebilir. Olgun ruhun amacı bedeni ölüm anındayken bile özgür ve sağlam bir dikkattir. Ruh dikkattir; o dikkatini vermez, o dikkatin (bilincin) kendisidir. Ben, dikkatimdir.


2.GÖZLEMLEN ŞEYİ DEĞİŞTİRMEDEN:

Yine bunu da anlamak zordur çünkü davranışımda gözlemlediğim şeyi değiştirme dürtüsü, beni sonu gelmez bir suçluluk ve suçlama döngüsüne esir eden bir tuzaktır. Bu, gözlemlenen şeyi değiştirmeye çalışan yargıçtır-davranışı değiştirmeye yönelik bu yargı komutu hemen dikkati kendine çeker ve onu gözlemlenen şeyle “özdeşleştirme” durumuna yöneltir. Dikkat artık özgür ve durağan değildir; yargılayıcı zihin, davranışı “sevmek/sevmemek” ya da “iyi/kötü” den ibaret yük deposunda etiketleyip dosyalayarak (karşılaştırma ve kıyaslama) onu kendine çekip tüketmiştir. Davranışı “kötü” olarak etiketlemeye kapıldığım an gözlemlemeyi keserim. Artık yargılayan ve bu yargılamayla tüketilen dikkat olmuşumdur. Bedenin içsel fonksiyonlarına özgürce dikkatimi veremem artık, çünkü bu yargılama dikkatimi ele geçirmiştir. Artık davranışla özdeşleştiğinden ve bu davranışın “kötü” olduğuna hükmedildiğinden, komut kendini değiştirmek olur. Şöyle ki: “Sigarayı bırakmam lazım. Sigara içmek kötü.” Kendi içinde bu doğru olabilir ama özdeşleşildiğinde bu mesaj şuna dönüşür: “Kötüyüm ve değişmek zorundayım.” Yargı, dikkatle beslenir; alışkanlığın yaşayıp büyümesi için beslenmesi gerekir.

Ama dikkat sabit ve durağan kaldığında bedensel duyumsamaya ve bedeni rahat bırakmaya kilitlendiğinde, o zaman yargının sabit ve durağan dikkati beslemekten başka gidecek yeri kalmaz. Düşünce ve duygu=bedende ki enerjidir. Maddenin ilk kanunu (Newton fiziği) şudur: madde (yani enerji) ne yaratılabilir ne de yok edilebilir sadece dönüştürülebilir. Bu nedenle, beden bir enerji akışı olduğunda (ki bu sürekli olur: “bugün bize gündelik ekmeğimizi ver” diye söyler bunu İncil) bu enerji, zihin-duygu-karmaşası tarafından ele geçirilir (çalınır ve psikodramalarını ortaya çıkarmak için kullanılır). Bu enerji bir yere yönelmek zorundadır, yani zihin-duygu-karmaşası tarafından psikodrama olarak tüketilmezse, o zaman kurallar gereği dikkatin besini olmaya dönüştürülmelidir. Psikodrama şudur: “iyi değilim, kötüyüm, hatalıyım” yargısına dayanan kendimi değiştirme mücadelesi=olduğum şeyi değiştirmek için ömür boyu süren bir dram. Bunun alternatifi, yargılama süreci ile “özdeşleşmeden gözlemlemek, her ne görürsem kabul etmek, onun bedende var olmasına izin vermek ve bu konuda ne aleyhte ne de lehte kesinlikle hiçbir şey yapmamaktır. Basitçe gözlemlemek, rahatlamak, kabul etmek, izin vermektir. Antik ruhani ekollerde bu uygulamaya “neti-neti” = “ne bu-ne o” dir. Ayrıca, “dünyayı durdurmak” olarak adlandırılır. Bu, dikkatin kuralını anlayan ve onları izleyen olgun bir ruhtur. Bu izlemeyen kişi bir mahkum, bir esir, yargının söylediklerini sorgulamadan çektiği acı ve kederi iyice kanıksamış halde, ömür boyunca aynen uygulayarak “özdeşleşmenin” kölesi olmuştur. Yargılama süreci ile bu daimi özdeşleşme “kirlenme” olarak bilinir. 


3.DİKKATİ BEDENSEL DUYUMLARA VE RAHATLAMIŞ BİR BEDENE VEREREK:

Duyumsamaksızın gözlemlemeye yapılamayacağını söylemek, bu ilkeyi açıklamanın bir diğer yoludur. Bazı geleneklerde buna “kendini hatırlama” denir. Yani, bu kendini hatırlamanın ilk ve öncü aşamasıdır: kendimi bulurum. Kendimi hatırlamıyorsam, tek başına gözlemleme yetmez-dolayısıyla gözlemleme yaptığımda önce kendimi bulmak, zamanda ve mekanda, bedende, şu an ki durumumda kendimi konumlandırmak zorundayımdır. Aynı zamanda gözlemleme yaparken dikkatimin bir kısmını bedensel duyumlara yoğunlaşmış halde tutmam gerekir. Bedende daima duyum vardır; hem bedenin içinde hem de onu gözlemleyerek dışından tecrübe edilebilir. Ama gözlemlemeyi, dikkati bedensel duyumda tutarak temellendiremezsem (bedende dolaşan enerjinin duyumu, hareket eden düşüncenin duyumu, hareket eden duygunun duyumu, kaslarda ki fiziksel gerginliğin duyumu, rahatlamanın, uykulu halin duyumu, beş duyu aracılığıyla makinede oluşan duyular: görme, koku, tatma, dokunma, ses-tüm bunlar “duyu” demektir.”) o zaman sadece zihin merkezinden yapılmış olur. Bu yüzden de temellendirilmemiş ve sadece cinnete tuz basmış olur. Şöyle kuruntulara yol açar: bak bana, “çalışıyorum” şimdi; ya da: bak bana, “çalışma” nın içindeyim ve sürekli “çalışıyorum”. Bunun gibi. Zihin yalan söyleyecektir. Hiç böyle bir şey yokken ÇALIŞMANIN yapıldığını zannedecektir. Dolayısıyla kendini gözlemlemenin ilk üç kuralı şunlardır: 

1.Yargılamaksızın kendini gözlemleme,

2.Gözlemlediğin şeyi değiştirme,           

3.Duyumsama olmadan gözlemleme olmaz.

Dikkatin mutlaka temellendirilmiş halde kalması gerekir=şimdiki zamanda, tam önümde olanın ne olduğuna odaklanmış halde. İçinden bütün “izlenimlerin” akıp geçtiği bedene odaklanmaktan daha iyi ne olabilir. Beden daima ve sadece şu andadır; beden sadece bir şimdi fenomenidir. Zihin mevcut zamanın dışında gezinir, bedenin geri kalanı ise bunu yapmaz. Duyumsama daima bir şimdi fenomedir. “Şimdi-burada”, bu yerde, bu anda olduğumu hatırlamak zorundayım. Yoksa bu yalnızca tümüyle zihinden gelen ve hiçbir temeli ya da mevcudiyeti olmayan bir hayal ediş, boş davranış olur. Beden de daima duyumsama vardır. Uzuvlarınızı hissedin (sağ ayak baş parmağınızı, ona bakmadan hissetmeye çalışın), bedenin ağırlığını ve kütlesini duyumsayın. Bedeni duyumsamak için bir diğer iyi egzersiz ayakların ikisini de yere koymak ve iyi, rahat bir duruşta omurgayı dik tutmaktır. Buna “bedensel duyum egzersizi” denir. Çünkü:

a)Dikkati hemen bedene (olduğum şeye çekecek), ona temellenecek, dikkati kendi temeline yani bedene yerleştirecektir.

b)Dikkati bedene ve onun duyumlarına yoğunlaştıracaktır.

c)Dikkati zihinden ve ruh halinden uzaklaştırıp onu şimdiki zamana, mevcut ruh halimin benim yerime tercihte bulunup, benim adıma konuşma ve davranmasındansa seçme özgürlüğümün olduğu yere çekecektir.

Başka bir deyişle, o anda otomatik pilota bağlı bir robot, alışkanlıktan ibaret bir makina değil de bir insan olabilirim. Bütün çabam daima ve her şeyde dikkati (yani olduğum şeyi) özgür bırakmak üzerinedir, böylece bedenin alışkanlık gücüyle yakalanıp tüketilmez, aksine ruh halinden değil de amaçtan yana tercihten bulunmakta özgürdür. Çoğu insanın tavırlarına ruh halleri karar verir. Bu yüzden onlar daima ruh halinin kölesidir. Onların yerine düşünen, konuşan ve hareket eden hep ruh halleridir. Ruh hali hava gibidir-gökteki bulut benim sorunum değildir, elimden onu gözlemlemekten başka bir şeyde gelmez; aynı biçimde ruh hali de içteki havadır, iç göğünden geçen bir buluttur. O ben değildir, herhangi bir şekilde beni etkilemesi gerekmez ve tıpkı bulut gibi, beni hiç ilgilendirmez ya da benim sorunum değildir. Bu yüzden oldun ruhların tavrını, geçici ruh hali belirlemez. Dahili ve harici koşullar ne olursa olsun her an kendi tavrımı seçmekte özgürümdür. 

“Herhangi bir türden duygusal çatışma içerisinde olduğumda bununla özdeşleşmemem için bana yardım edecek bedensel duyum egzersizi vardır: dikkati bedenin içini ve dışını duyumsamaya yöneltmek. Bu, kendi hatırlamayı içeren kendini gözlemlemedir.”


4.AMANSIZCA KENDİNE DÜRÜSTÜLÜK:

(Lee Lozowick’in öğretisinden) şu anlamada gelir: beni ne kadar kötü gösterirse göstersin, kendim hakkında doğruyu söylerim. Bu türden dürüstlük, kendini gözlemleme için elzemdir. Bu olmadan en büyük derdi başkalarının önünde iyi görünmek olan geniş insan kitlesine dahil oluruz. Yani bu “amansızca kendine dürüstlük” kendine gözlemlemenin 4.kuralı sayılabilir çünkü bu beni dürüst tutar ve bu arada da tevazu gibi çok güzel bir yan ürün üretir. Tevazu bir armağandır, inceliktir ve dürüst bir biçimde kendi üzerinde çalışan insana gelir. Kendime yalan söylemek kolaydır ve bunun sürekli yaparım. Kendimi haklı, iyi, soylu, bütün bu hayranlık uyandıran meziyetlerle gördüğüm bir imaj vardır kafamda; ya da bu imaj “ben hiçbir işe yaramam” da olduğu gibi kötü, çirkin de olabilir. Bunların ikisi de yanlıştır, ikisi de eksiktir, tam değildir. Başkalarının önünde de böyleymiş gibi davranırım ve içimde kendi çelişkilerime karşı körümdür. Yalan söyleyişimin beni görmekten ve katlanmaktan alıkoyduğu bu kendi-görüntümle çatışan davranış alışkanlığımdır bu. “Amansızca kendine dürüstlük” uyguladığımda gönüllü acı çekmenin ne demek olduğu öğreneceğimdir, çünkü yalanlar ya da yargılamalar olmaksızın, sadece içinde bulundukları şekliyle çelişkilerimi görmeye başlayacağımdır. Çalışma benden bu acı içinde durmamı, hiçbir şey yapmamamı, hiçbir şey değiştirmeye çalışmamamı, hiçbir şeyi yargılamamamı, onu iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış diye yargılamadan bu acıyı sadece hissetmemi ister. Basitçe, acının içinde kalıp onun tüm beden de hissedilmesini…duygusal ya da psikolojik acı bedende ki enerjidir. Başka bir şey değil. Beden bu enerjiyle ne yapacağını bilir ama sadece ben müdahale etmediğim zaman. Yine de alışkanlıklarım müdahale eder: acıyı düşünürüm, acıya tepki veririm, acıyı yargılarım, acıyla savaşırım, acıyı “gidermeye” çalışırım, böyle sürüp gider. Alışılagelmiş davranışımla müdahale ederim. Bu yüzden, acı kötüleşir; daha da büyür. Ama sadece acının içinde hiçbir şey yapmadan, bedeni ve acıyı hissederek kalırsam, beden bu enerjiyi dönüştürür. özdeşleşirsem acıyı beslerim, hiçbir yargıda bulunmaksızın ve acının içinde kalarak, onu bedende hissederek gözlemlersem acı beni besler: bu metafiziksel bir denklemdir. Newton fiziğinde hareketin birinci kanunu şöyle der: Hareketli bir nesne “acı” ona dışarıdan bir güç (yargılamaksızın yapılan kendini gözlemleme) uygulanmadığı sürece hareketini sürdürme eylemindedir. 

E.J.Gold, “insan biyolojik makinası, dönüşümsel bir düzenektir” der. Ben müdahale etmezsem, o acıyla ne yapacağını bilir. Bunu bir kez gördüğünüzde duygusal acınızla tekrar aynı ilişkiye sahip olmayacaksınız, olamazsınız. Çünkü denkleme netlik girmiştir ve netlik bir kez girince, tek bir defa bile olsa tekrar aynı insan olamam. Bu, alışkanlıkların sona erdiği anlamına gelmez. Elbette böyle bir şey olmaz. Ama alışkanlıkla olan ilişkim farklıdır. Dünya da fark yaratan budur.